21 Nisan 2015 Salı

Heinrich Böll - Görev Bilincinin Azalışına Dair Bir Anekdot

Avrupa’nın Batı sahillerinde bir limanda, üzerinde eksi püskü kıyafetleriyle bir adam, balıkçı teknesinde uzanıyor ve uyukluyordu.  Tam o anda iyi giyimli bir turist, fotoğraf makinesine, bu sakin ve huzurlu manzarayı fotoğraflamak için renkli film takıyordu; masmavi bir gökyüzü, kar beyazı, sakin dalga sırtlarıyla yeşilimsi bir deniz, siyah bir tekne ve kırmızı bir balıkçı beresi. Çat çat. Bir kez daha: Çat çat. Ve bütün güzel şeylerin üç kez denenmesi gerektiğinden üçüncü kez: Çat çat.
Bu çatlak ve neredeyse düşmanca ses uyuklayan balıkçıyı uyandırdı. Adam uyku mahmurluğuyla doğrulup yavaşça sigara paketine uzanmaya çalıştı. Ama adam daha aradığını bulamadan coşkulu turist adamın burnuna doğru bir paket uzatmıştı bile, sigarayı adamın ağzına sokmayıp eline verdi ve çakmaktan gelen dördüncü Çat Çat sesiyle bu işgüzarca nezaketi tamamladı.  Bu nezaket gösterisindeki çevikliğin, neredeyse ölçüsüz ve belli belirsiz aşırılığı yüzünden ülkenin diline hâkim, sohbet etmeye çalışan turist, sinir bozucu zor bir duruma düşmüştü.
‘Bugün çok balık avlayacaksınız.’
Balıkçı kafasını salladı.
‘Ama bugün havanın güzel olacağı söyleniyordu.’
Balıkçı başıyla onayladı.
‘Yani bugün açılmayacak mısınız?’
Balıkçı yine kafasını salladı, turist gitgide sinirleniyordu. Hemen eski püskü giyinmiş adamın sağlığı için endişe etti ve adamın kaçırdığı fırsatın üzüntüsünden içi içini kemirdi.
‘Yoksa kendinizi iyi hissetmiyor musunuz?’
Sonunda balıkçı işaret dilini bırakıp kelimelere geçti.
‘Kendimi harika hissediyorum’ dedi ‘Daha önce hiç bu kadar iyi hissetmemiştim.’
Ayağa kalktı ve ne kadar atletik bir yapısı olduğunu göstermek ister gibi gerindi.
‘Kendimi çok iyi hissediyorum.’
Turistin yüz ifadesi gitgide daha mutsuz bir hal alıyordu. Adeta kalbini sıkıştıran soruyu sormaktan kendini daha fazla alıkoyamayıp ‘Ama neden gidip açılmıyorsunuz?’ diye sordu.
Cevap hazır ve kısaydı. ‘Çünkü sabah zaten açıldım da ondan.’
‘Çok balık avladınız mı?’
‘O kadar iyi geçti ki tekrar açılmama gerek kalmadı. Sepetimde tam dört ıstakoz var ve iki düzine istavrit yakaladım.’  
Balıkçı sonunda ayılıp kendine geldi ve turistin omzuna yavaşça vurdu. Balıkçıya adamın endişeli yüz ifadesi yersiz göründü fakat yine de dokunaklı bir hali vardı.
Yabancının içini ferahlatmak için ‘Bugüne hatta ertesi güne bile yetecek kadar avlandım.’ dedi.
‘Bir sigara içer misiniz?’
‘Olur, teşekkürler.’
Sigaralar ağızlara konuldu ve beşinci kez çat çat. Yabancı kafasını sallayarak teknenin kenarına oturdu. Kamerayı elinden bıraktı çünkü yapacağı konuşmanın önemini dile getirebilmek için iki eline de ihtiyacı vardı.
‘Kesinlikle kişisel meselelerinize karışmak istemem.’ dedi. ‘Ama bir düşünün, bugün ikinci, üçüncü hatta dördünce kez açıldığınızı. Üç, dört, beş hatta belki tam on düzine istavrit yakalayabilirdiniz. Bunu bir hayal etsenize.’
Balıkçı başıyla onayladı.
‘Sadece bugün değil,’ diye devam etti turist, ‘yarın hatta ondan sonraki gün, daha doğrusu havanın uygun olduğu her günde üç, belki dört kez açılırdınız. O zaman ne olurdu biliyor musunuz?’
Balıkçı kafasını salladı.
‘En geç bir yıl içinde motorlu bir tekne alabilirdiniz, iki yıl içinde ikinciyi, üçüncü ya da dördüncü yılda da belki küçük bir kotra alabilirdiniz. İki tekneyle ya da bir kotrayla doğal olarak çok daha fazla balık avlayabilirdiniz. Günün birinde ikinci kotranız da olurdu, hatta…’ Coşkudan kısa bir an için sesi tutuldu. ‘Bir buzhane yaptırırdınız, belki bir de tütsüleme odası, daha sonra da bir salamura fabrikası, kendi helikopterinizle etrafta uçar, balık sürülerinin yerlerini tespit eder, telsizle kotralarınızı oraya yönlendirirdiniz. Somon balığı avlamak için izin alır, bir balık restoranı açabilirdiniz. Istakozları hiç aracı olmadan doğrudan Paris’e ihraç eder, sonra da…’ Bir kez daha heyecandan yabancının dili tutuldu.
İçten bir üzüntüyle ve tatilde olmanın verdiği keyfi neredeyse kaybetmiş şekilde kafa sallayarak içinde avlanmamış balıkların zıpladığı, huzurla akıp duran nehre baktı.
‘Sonra da…’ dedi ama yine heyecandan dili tutulmuştu. Balıkçı, sanki boğazına bir şey kaçmış çocuğa vurur gibi sırtına vurdu.
‘Sonra?’ diye sordu balıkçı alçak sesle.
‘Sonra’ dedi yabancı gizli bir coşkuyla. ‘Sonra bu limanda sakince oturabilirdiniz, güneşin altında uyuklar, muhteşem denizi seyrederdiniz.’
‘Ama ben bunu zaten yapıyorum.’ dedi balıkçı, ‘Limanda sakince oturuyor, uyukluyorum. Sadece sizin çat çatlarınız beni rahatsız ediyor.

Böylece turist düşüncelere dalmış bir halde oradan uzaklaştı, çünkü eskiden beri bir gün çalışmak zorunda kalmamak için çalıştığına inanmış, böyle eğitilmişti. Eski püskü giyimli balıkçıya karşı duyduğu acıma yok olmuş, geriye yalnızca biraz kıskançlık kalmıştı.

(Heinrich Böll, bu anekdotu Norddeutschen radyosunun 1963'ün 1 Mayıs'ında yaptığı bir yayın için, çalışmak için yaşamak yerine yaşamak için çalışmak fikriyle yazmıştır.)

Özgün İsmi: Anekdote zur Senkung der Arbeitsmoral (1963) Çeviri:Anıl Alacaoğlu 

21 Şubat 2015 Cumartesi

Maxim Biller - Melody

Thomas ve Melody birbirlerine aşık olduklarında, Iva öleli daha iki ay olmuştu. Melody hemen Chicago'daki Meryll-Johnson'ı aradı ve Avrupa tatilinden dönmeyeceğini söyledi. Sonra Paris'e gittiler ve Rue Celine'de bir daire tuttular. Nakliye Ağustos'ta Thomas'ın Florensa'da kalan diğer eşyalarını getirdi. Iva'nın eşyalarını ve mobilyalarını Şubat'ta ailesi zaten almıştı.

Kışın Thomas, din değiştirmeye karar verdi. Melody'nin ailesi onun için East Hampton'da bir haham buldular ama Thomas, meseleyi ertelemeye başladı. Artık yeniden yazıyordu ve eğer o anda Iva'yı düşünmüyorsa, gayet iyi yazıyordu. Bir keresinde kavga ederlerken Melody'e, ilişkilerinin çok hızlı ilerlediğini söyledi, Melody de öyleyse biraz yavaşlat, deyip tokatı patlattı.
Thomas, Upper Eastside'taki Mount Sinai'de sünnet oldu. Narkozun etkisinden çıkıp uyandığında, Melody'ye bir daha çekip gitmemesini söyledi ve ona Iva diye hitap etti. Üç ay sonra evlendiler ve New York'a taşındılar.

Thomas, New York'ta Iva'nın ölümünden sonrasına kıyasla daha az çalıştı. Çoğunlukla yatakta yatıp televizyon izliyordu. Ya da Colombus Deli'de oturuyor, pencereden dışarıyı izliyor ve ağlamamaya çalışıyordu. Yoldan geçen her iki kadından biri, ona Iva'yı hatırlatıyordu. Sonra bir gün Iva gelip yanına oturdu. Adı Andrea'ydı, Iva gibi Dior Dune kokuyordu ve onun gibi Frankfurt'taki Bettine Lisesi'ne gitmişti. Andrea konuşurlarken bir kere elini elinin üzerine koydu, bir kere de sessizce uzun uzun bakıştılar. Buna rağmen ayrılırlarken birbirlerine telefon numaralarını vermediler.

Melody bir yıl sonra, ilk aşkı Abe'ye yeniden aşık olduğunu söylediğinde, Thomas konuşmayı bıraktı. Melody her gün bürosuna gitmeye devam etti. Thomas'sa daha az yazıyordu ve artık hiç dışarı çıkmıyordu. Akşamları birlikte televizyonun karşısında oturuyorlardı ve Thomas bir not defterine alternatif küfürler ve sevimli takma isimler karalıyordu ve defteri Melody'ye adıyordu. Bir zaman ikisi de buna dayanamadılar ve Thomas yeniden konuşmaya başladı. İlk cümlesi ''Ben Almanya'ya dönüyorum.'' oldu.

Ve hikaye şöyle devam etti: Thomas Frankfurt'ta sokakta yine Andrea'yla karşılaştı ve bir oğulları oldu. Melody Abe'den hamile kaldı ama Abe'nin karısının da hamile olduğunu duyunca düşük yaptı. Andrea küçük Zeev'in sünnet olmasını istemedi ve Thomas'tan ayrıldı. Thomas, Westend Sinagog'una daha sık gider oldu. Artık hiç yazmıyordu ve sanki büyük pembe bir toz bulutunun içinde yaşadığı duygusuna kapılmıştı.

Melody Klapisch sendromuyla* mücadele ediyordu ama mucizevi bir şekilde iyileşti. Abe karısını ve çocuğunu terk etti ve üç gece üst üste Melody'nin penceresinin önünde 'I wanna hold your hand' şarkısını söyledi. Dördüncü gece Melody onu içeriye alacaktı fakat Abe ona giderken arabasıyla Doğu Nehri'ne uçtu.
Thomas Sinchat Thora'daki bir sinagogda Julia'yla tanıştı. Melody gibi Marc Jacobs kokuyordu ve Bettina Lisesi'ne gitmişti. Birlikte birkaç güzel ay geçirdiler. Altı yıl sonra Tel Aviv'de bir düğünde Thomas ve Melody aynı masada oturuyordu. Aynı gece Melody'nin Hilton'daki odasında seks yaptılar. Ardından Thomas kendisini banyoya kilitledi çünkü Iva'yı düşünmesi ve ağlaması gerekiyordu.
Thomas ve Melody şimdi yine birlikte Rue Celine'de yaşıyorlar. İyiler.


*Bu isimle anılan bir sendrom yok, yazar daha önce Orta Çağ tarihçisi Christiane Klapisch-Zuber'ın yazılarında 'the cruel mother syndrome' ismiyle kullandığı, kötü ve sevgisiz bir anne olmaktan duyulan korkuyu yazarın ismiyle birlikte kullanmış. - ç.n.

(Maxim Biller,1960 Prag doğumlu Alman yazar ve köşe yazarı. Münih'te aldığı gazetecilik eğitiminin ardından, Tempo, Spiegel, Zeit ve son olarak Faces dergilerinde çalıştı. İlk kitabının ardından Süddeutschen gazetesi yazarı, Yahudi edebiyatının Almanya'ya dönüşü olarak niteledi. Romanları ve öyküleri birçok dile çevrilen ve beğenilen yazarın henüz Türkçe'ye çevrilmiş bir kitabı bulunmamakta. Melody isimli kısa öykü 2007'de yayınlanan Liebe Heute (Günümüzde Aşk) kitabından alınmıştır.)

Özgün İsmi: Melody (2007) Çeviri: Anıl Alacaoğlu